x

Giriş Yap

Beni Hatırla
Şifremi Unuttum ?
x

Üye Ol



Çocuklar için film seçme rehberiniz...

Disney’in bazı filmleri neden hiç eskimiyor?

13 Ağustos 2019 Salı
Disney’in bazı filmleri neden hiç eskimiyor?

“Güzel ve Çirkin”, “Aladdin”, “Aslan Kral” ve yakında gelecek olan “Mulan” ile “Küçük Denizkızı” filmlerinin yeni versiyonları... Bütün bu filmler 90’lı yıllarda ardı ardına çıkan ve sinema tarihçilerinin Disney Rönesans dönemi diye adlandırdıkları döneme ait filmler.  

Walt Disney ve RKO Radio Pictures’ın, sinema tarihinin ilk uzun metrajlı canlandırma filmi (animasyon) olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler projesinin, adı ilk kez duyurulduğunda, eleştirmenlerin çoğu burun kıvırmıştı. Ancak film, 1937 tarihinde gösterime girdikten sonra kelimenin tam anlamıyla yer yerinden oynadı. İlk kez dönemin hareketli aksiyon filmlerinin üslubu ve karmaşıklığıyla boy ölçüşebilecek yeni bir anlatım tarzı ortaya çıkmıştı. Ve bu yeni başlangıç, belki de kendisinden teknik ve hikaye olarak daha üstün olan diğer animasyon filmleriyle devam etti. Pinokyo, Dumbo, Bambi, Sindrella, Uyuyan Güzel gibi çoğunlukla masal ve roman uyarlamalarından oluşan bu filmler, Disney’in özellikle ticari gücüne güç katmaya devam ediyordu ve sabit bir hedef kitleyi de beraberinde getiriyordu: Çocuklar. Ancak ne var ki bu filmlerin sert yanları da azımsanamayacak kadar fazlaydı. Ana karakterin yaşadığı acılar daha sarsıcı, engel unsurunu teşkil eden kötü karakter, en az gerçek hayattaki kadar acımasız ve hikayenin ritmi de oldukça ağırdı. Örneğin Pinokyo’da büyüğünün sözünü dinlemeyen, yaramazlık yapan çocukların eşeğe dönüştürülüp tuz madenlerine gönderilmesi, Dumbo’nun kulaklarının genişliği yüzünden hem kendisi hem de annesinin çevresi tarafından dışlanması gibi. Ayrıca bu filmlerin mesajları ve karakter özellikleri çok keskindi. Prenseslerin mutlaka bir prense aşık olduğu ya da asla gri bir taraf bırakmaksızın iyilerin ödüllendirilip kötülerin cezalandırıldığı hikayeler barındırırdı bu filmler. Walt Disney’in bu klasik animasyonları yoluna ara vermeden devam etti ama eski ticari başarısı da ona paralel bir şekilde ilerlemedi. Özellikle 60’lı yıların ortalarında tüm bu yaratılan dünyanın fikir babası Walt Disney’in kaybı, şirketi senaryo tıkanıklıklarına ve bazı finansal problemlere itti.

Derken nihayet 1989 yılı itibarıyla, Walt Disney, “Küçük Denizkızı” ile yeniden köklerine döndü. Klasik dönemindeki orijinal hikayeler ve ticari gişe başarısına yeniden kavuştu. “Küçük Denizkızı” ile beraber başlayan bu 10 yıllık süreç, literatüre Disney’in 90’lar (Rönesans) Dönemi olarak geçti. Bu dönemin şüphesiz en baskın özelliği, hikayede yer alan kadın karakterlerin, yan rollerde olsalar dahi güçlü taraflarıyla öne çıkmalarıdır. Babalarının ya da hayatlarındaki erkeklerin idealize ettiği hayatı reddeden bu kadın karakterler (Küçük Denizkızı Ariel, Mulan ve Pocahontas gibi), bazen yeni bir dünyayı keşfetmenin bazen de hayatta doğru insanı bulmanın heyecanını yaşarlar. Diğer yandan vicdanlı, dürüst, adil bir birey olmanın erdemi, altı kalın çizgilerle çizilmeden daha yumuşak ve ilham alınabilecek bir şekilde de çocukların zihnine ve kalbine işlenir. Bir de o dönemin aksiyon filmi yıldızlarının baskın olduğu, erkeklerin kadınları kurtardığı ve Hollywood’u domine ettiği bir dönemde, bilhassa kız çocukları için bu filmler çok önemli bir hazinedir. Yaşları ne kadar ilerlerse ilerlesin mutlaka bu dönemden tekrar tekrar izleyecekleri, unutamayacakları filmler vardır.

Rönesans dönemindeki filmlerin bir diğer iyi yanı da, hikayelerin ağır tonu daha dinamik yan karakterlerle törpülenmiş; sert yanları da içinde Elton John, Phil Collins gibi meşhur bestecilerin de yer aldığı parçalarla yumuşatılmış ve zenginleştirilmiştir. Dinamik yan karakterler ve akılda kalıcı şarkılar, hikaye anlatımına yadsınamaz bir katkıda bulunur. Örneğin yine Rönesans dönemi içerisinde gösterime giren “Aladdin”deki Cin karakterini görene kadar, herkesin aklındaki cin tasviri sabitti. Bir lambanın içinden çıkan ve 3 dileği yerine getiren pek de mizah unsuru barındırmayan daha ciddi bir tasarımdı. Aladdin'le beraber etrafa pozitif enerji yayan, on parmağında on marifet, yerinde duramayan bir karaktere dönüştü. Bunda tabi ki Cin’i seslendirenin Robin Williams’ın katkısı da büyüktü.

Rönesans dönemindeki çoğu Disney animasyonunda mutlaka hikayeyi eğlenceli hale getiren, seyri kolaylaştıran yan karakterler mevcuttur. “Aslan Kral”da Simba’nın yolculuğuna Timon ve Pumbaa’nın eşlik etmesi, Mulan’ı başta topraklarına geri döndürme amacı taşıyan ama sonrasında vatanını savunmasına yardım eden Mushu (bu dinamik yan karakteri de orijinalinde Eddie Murphy seslendirir) gibi örnekler çoğaltılabilir. Bu arada yan karakterlerin geneli de hayvanlardan oluşur. Böylece onlara kazandırılan bu sevimli ve dinamik özellikler, daha küçük yaştaki çocuklara hayvan ve doğa sevgisini de keyifli bir şekilde aşılamış olur.

Diğer yandan, hikayelerin ikonik kötü karakterleri de daha katmanlı olarak öne çıkarlar. Klasik dönemdeki filmlerin kötü karakterleri genel olarak çok acımasız ve vicdandan yoksunlardı. Rönesans döneminde de durum çok farklı değildi tabi ki ama bu karakterler, onları ikonik hale getiren bir tarza sahiptir. Örneğin “Aslan Kral”da Scar, “Aladdin”de Jafar, “Güzel ve Çirkin”de Gaston ve “Herkül”de Hades nüktedanlık ve vicdansızlığı aynı potada eritebilen karakterlerdir. Bu durum dönemin filmlerine tarafsız bir bakış açısını da sağlar aslında. Çünkü bu filmleri izleyen çocuklar, hayattaki esas dengenin iyi-kötü arasındaki çatışmadan kaynaklandığını kavrayabilir. Ana karakterler gibi kötü karakterlere de empatik bir bakış açısıyla yaklaşılması, bu filmlerin farklı açılardan tartışılmasına da bir anlamda kapı aralar. Zaten çoğu da salt, adı konulmuş bir şekilde ‘kötü’ değildir. Ekseriyetle istedikleri tek şey yükselmektir. Kolay yoldan bunu yapmak isterler ama karşılarına bir engel çıkınca onu ortadan kaldırmadan duramazlar. Öte yandan klasik dönemde olduğu gibi burada da filmin sonunda kötü karakterler yenilgiye uğrar ama bu o kadar ürkütücü ve uzun bir şekilde gerçekleşmez. Disney, bu taktiği biraz da çocukları fazla korkutmamak için yapar. Bilirsiniz, heyecan seviyesi yüksek her filmin bir zirve noktası olur. Minimum 10 dakika kadar boyunca büyük bir aksiyon ve finalde katarsis (rahatlama) yaşanır. Disney’in rönesans dönemindeki filmlerde ise, mesela “Aladdin” ve “Küçük Denizkızı”nda olduğu gibi dev boyutlara ya da şeytani özelliklere ulaşan kötü karakterler, tek bir zayıf noktayla tamamen yok olur ve böylece iyi-kötü arasındaki final savaşı daha kısa tutulmuş olur.


Yine de bu filmleri izlerken de bazı noktalarda dikkatli olmanız gerekiyor. Zira, bu filmlerde bazı iyi karakterlere de veda edebileceğinizi unutmamalısınız. Dolayısıyla çocuğunuzun ya film öncesi ya da film sırasında bu duruma karşı hazırlıklı olmasında yarar var. Ama merak etmeyin bu vedalar çoğunlukla ana karakterin yolculuğunu tamamlaması, tek başına ayaklarının üstünde durabilmesi için gerekli olduğunu göstermekteler. Örneğin “Aslan Kral” ve “Tarzan”da ana karakterler, filmin ilerleyen kısımlarında babalarını kaybeder. Çünkü hikayenin kötü karakterleri amaçlarına ulaşmak için onları ortadan kaldırmıştır. Scar, taht için Mufasa’yı; Clayton da para için Kerchak’ı öldürür. Mümkünse bu iki sahneyi durdurup, çocuğunuzun o duygusal boşalmayı yaşamasına müsaade edin. Ve sahne üzerinden konuşun. “Aslan Kral”da da bahsedilen ‘Yaşam döngüsü’ konusundan bahsedebilirsiniz mesela. Bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta da bu dönemdeki birkaç filmin, en az klasik dönemdeki kadar zorlayıcı olması. Bu açıdan, “Notre Dame’ın Kamburu” filmi, belki de bir yetişkinin bile kaldıramayacağı kadar sert noktalara sahiptir. Kendileri gibi olmayan insanların dışlanması (ana karakter Quasimodo ve çingeneler), hikayenin kötü karakteri olan Yargıç Frollo’nun bağnaz düşüncelerle insanların evlerini yakması (filmde çok fazla yangın sahnesi var bu arada), haydutların hikayeye dahil olurken iyi karakterler olarak lanse edilmesi ve Quasimodo’ya eşlik eden yan karakterlerin üçü de birbirinden farklı şeytan heykellerinden oluşması gibi unsurlar bazı hassas çosuklara biraz ağır gelebilir. O yüzden bu filmi, çocuğunuzun yaşı biraz daha ilerlediğinde, din ve sosyal bilimlerde yer alan bazı kavramlarla tanıştığında izletmenizi tavsiye ediyoruz.

Bu dönemdeki her filmin benzer bir yanı olduğu kadar farklı tat ve mesajlar barındırdığını da hatırlatmak gerekir. Mesela bir arkadaşınızla bu filmler üzerine konuşurken, ya da bu filmleri izlerken hâlâ yeni detaylar keşfetmeniz gayet doğaldır. Tıpkı daha önceden gözünüzden kaçmış bir sahne ya da diyalog karşısında kahkahalara boğulmanız ya da hüzünlendiğiniz sahnelerde tekrardan gözyaşlarınızı tutamamanız gibi... Tabi yaş ilerledikçe bu filmlere bakışınız da değişiyor. Disney’in Rönesans dönemi bu yüzden çok değerlidir. Hiç beklemediğiniz anda sizde güzel bir tortu bırakabilir. 

Disney, son birkaç yıldır animasyonlardaki başarısını, kendi klasiklerini yeni teknoloji desteğiyle, live-action (gerçek oyuncular ve animasyon karakterlerin birlikte yer aldığı film türü) bir şekilde yeni kuşaklara sunarak sürdürüyor. Bunlardan belki de en başarılısı 2016 yapımı “Orman Çocuğu” idi ama kabul edelim, Disney’in klasiklerden Rönesans sonuna kadar gösterime girmiş animasyonlarının yeri gerçekten bambaşkaydı.

Furkan Erkan

Disney’in sıralı ‘Rönesans Dönemi’ filmleri:

Küçük Deniz Kızı / The Little Mermaid (1989)
Kurtarıcılar Avustralya’da / The Rescuers Down Under (1990)
Güzel ve Çirkin / Beauty and the Beast (1991)
Aladdin (1992)
Aslan Kral / The Lion King (1994)
Pocahontas (1995)
Notre Dame’ın Kamburu / The Hunchback of Notre Dame (1996)
Herkül / Hercules (1997)
Mulan (1998)
Tarzan (1999)

 

0 Yorum


Yorum Yap